İlk ve Tek Selma Ergeç Blog'u :)

İlk ve Tek Selma Ergeç Blog'u :)

28 Ekim 2011 Cuma

En baştan başlayalım. Almanya’dan İstanbul’a yolculuk nasıl oldu?

Adanalı bir baba ve Alman annenin üç çocuğundan biriyim. Babam doktor, annem hemşire. Almanya’da birlikte çalışıyorlar. Bir kız, bir erkek kardeşim var. Ben en büyük çocuğum. İyi bir aile hayatım oldu. Sadece çok fazla taşındık bir yerlerden bir yerlere. 15 yaşında sadece kızların okuduğu yatılı bir okulda okumaya İngiltere’ye gittim. Sonra Almanya’ya döndüm ve 18 yaşında tıp okumayı seçerek üniversiteye başladım. 22 yaşında İstanbul’a staj yapmaya geldim. Stajlarımı Türkiye’de yapıyordum, çünkü Almanya’ya göre Türkiye’de staj yapmak çok daha eğlenceli ve öğreticiydi. Burada staj yaparken okula geri dönmek yerine altı ay ara vermeye karar verdim. Sonra da geri dönemedim.

Oyunculuk hangi dönemde kanınıza girdi?

- O dönem benim için çok flu bir dönem aslında. (Gülüyor) Sanata ilgim hep vardı. Fakat meslek olarak çok başka bir şey tercih etmiştim. O zamanlar bana göre çok daha doğruydu. Çok daha onurlu bir seçim olduğunu düşünüyordum. Tıpta okurken şunu gördüm; bütün arkadaşlarım tıpla benim olduğumdan çok daha fazla ilgiliydi. Arkadaşlarım gibi “Boş zamanlarımda ince bağırsağın inceliklerini okuyayım da öyle yatayım” gibi alışkanlıklarım yoktu. Bu bölümü çok iyi bir şekilde bitirebilirdim ama beni heyecanlandıran çok başka şeyler vardı dünyada. Onlar o yaşta biraz daha ağır bastı.

Kırılma noktası nerede ve nasıl oldu peki?

- Kırılma noktası hálá yok aslında. Hálá çok korkuyorum. “Çok rahatım, bunu çok rahat oynarım” gibi bir şey hiç olmadı. Sadece o korkum biraz daha azaldı. 22 yaşımda fiziksel olarak hálá kendimden çok hoşnut değildim. Önce mankenliğe adım attım. Belki bu şekilde kendimi beğenir, oyunculuğa da adım atarım diye düşündüm. Ama düşündüğüm gibi olmadı ve mankenlik gelişemedi. İkinci ayımda bir oyunculuk teklifi aldım. Dizilerle başladı yolculuğum.

Tıp okurken oyuncu olmaya karar veren kızları için aileniz ne tepki gösterdi?

- Onların beklemedikleri bir şeydi. Çünkü ben ne çok sosyal, ne çok dışa vurumcu bir insanım. O kadar tuttuğunu koparan, herkes bana baksın mantığına sahip biri değildim. Ben daha çok köşelere saklanan biriydim. O yaşıma kadar özellikle eğitimim konusunda sağladığım başarılardan kaynaklanan bir kredim vardı ailemde, biraz onu kullandım. Onlar da “Sen iyi hissedeceksen, gerçekten istiyorsan yap” dediler. Ama yine de “Tıp olmasa da bir üniversiteden mezun ol ve diplomanı al” diyorlardı.

Bir yıldır İstanbul-Antakya arası bir hayat sürüyorsunuz. Hayatınızı ikiye bölmek zor oluyor mu?/_np/0314/6970314.gif

- Eylül 2007’den beri bu düzende yaşıyorum. Antakya’da otelde kalıyorum. Hem iki yerde yaşıyorum, hem iki yerde yaşayamıyorum gibi bir durum var. Son 10 yıldır İstanbuldışında bir yerde yaşamamıştım. Antakya çok güzel ve enteresan bir yer.

En uzun kaldığınız şehir unvanına sahip İstanbul, sizin gözünüzden nasıl bir şehir?

- Gerçekten facia bir şehir burası. Almanca’da “Yokluk, yaratıcı kılar” diye bir deyim vardır. Belki bu biraz özetleyebilir düşüncelerimi. Sürekli bir şeyler eksik. İstanbul’da birtakım şeylerin nasıl olabileceğini gösteren bir sokak, hemen arkasında da nasıl olmaması gerektiğini gösteren bir yer var. Bunlar da biraz çekici kılıyor. Yaşadığını anlıyorsun. İnsanlar sadece acı çektiklerinde yaşadıklarını anlarlar.

Modellikten oyunculuğa geçiş yapanlara yapılan eleştiriler size pek yapılmadı. Hakkınızda hep olumlu şeyler söylenmiş şimdiye kadar. Nasıl karşılıyorsunuz bu durumu?

- O beni iyi yerlere koyanlarla ilgili biraz da. Şöyle bir şey var; sen bir şeyi yaparsın ama bir de ona yaklaşanlar vardır. Yani onu değerlendirenler, eleştirenler… Yapılan iş ve o işi yapan kişi kadar da eleştirenler ve o eleştirenlerin niyeti ve yaklaşım şekli de çok önemli. Ben eleştiriye açık biriyimdir. Şunu şöyle yapsaydın daha iyi olurdu gibi öğretici, yapıcı eleştirilere çok açığım. Ama Türkiye’de yapıcı eleştiriyi yapmayı çok bilmiyoruz. Eleştiri yanlış bir şeyi bulmak ve o yanlışı düzeltmek için vardır. Ama benim Türkiye’de gördüğüm karşındakini yerin dibine sokmak için

yapılıyor. Çamur atmak ve sonunda da “Oh ben ne güzel sıyrıldım” demek için yapılıyor. Kendini yükseltmek ve karşındakini mümkün olduğu kadar alaşağı etmek için yapıldığına çok şahit oldum.

“Beş Vakit” ve “Sis ve Gece”… Rol aldığınız iki sinema filmi bir şeyleri değiştirdi mi sizde?

- İki filmde de çok mutlu çalıştım. Sinema filmlerinde biraz daha güvende hissediyorum kendimi. Daha fazla çalışma ortamı, vakit, ister istemez daha özen var. Daha kontrollü ve sırtını güvenle yaslayabileceğin bir temel var gibi hissettim iki filmde de. Tabii ki filmlerde bir performans kaygım vardı. Çok iyi işlerdi ve o işi aşağı çekmemeliydim.

Öne çıkan kişilik özelliklerinizden kırılganlık, hayatınızın en çok hangi alanlarında sizi yoruyor?

- Mücadelem bu hayatın içinde hálá kırılgan ve saf kalabilmek. Ben kendimi, yara almayayım diye başkasını yaralarken bulmak istemiyorum. Kendimi koruyacağım diye başkasına zarar vermek istemiyorum. Herkes bir güç savaşı içinde. Daha güçlü olabilmek için de başkalarını güçsüz kılman gerekiyor. İlişkilerde de baktığınız zaman bir taraf hükümdardır, çünkü kaybetmekten korkar.

Ne kadar sosyal bir insansınız?

- Hiç değilim sanırım. Çocukluğumdan beri farklı yerlerde yaşamak beni daha içe dönük birisi yaptı. ’Ben ve kitaplarım’ durumuna dönüştü. Çok insanın olduğu bir çevreye girmek beni hep tedirgin eder. Nasıl olmam gerektiğini bilemeyebiliyorum. Böyle durumlarda çok kapalı ya da çok açık biri olabiliyorum. Gardımı alıp ilişki kurmayı bilmiyorum ben. O yüzden bana yeterince kolay gelmiyor./_np/0315/6970315.gif

Bir evlilik denemeniz oldu. Şimdi nasıl bakıyorsunuz evliliğe?

- Evlilik kadar tuhaf bir şey olabilir mi? Aşık oluyoruz, duygusal bir bağımız var, bunlarla birlikte devlete gidiyoruz, “Lütfen şu kağıda bizim aşkımızı onaylar mısınız” diyoruz.

En çok ne değiştirdi evlilikle ilgili fikirlerinizi?

- Evlilik çok zor bir şey değil aslında ama sadece elinden şu özgürlüğü alıyor; evli olmadığın zaman her sabah kalkıyorsun, “Bugün yine sevdiğim adamla birlikte olmak istiyorum” diyorsun. Ama evlilik şunu hissettirebiliyor; “Bugün bu insanın yanında olmak istemiyorum ama ne yapalım evlilik işte”. Ayrılmaya kalksan ailen, toplum, birçok şeye karşı mücadele vermen gerekiyor. Belli tuzaklar var, o tuzaklara düşmemek gerekiyor. Aslında her gün gördüğün, her gün yanında uyandığın insan aynı insan değil. Dünkü insanı anlamış olabilirsin ama yarın o insanı anlamayabilirsin. Evlilik konusunda karamsarım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder